HAYVANSAL VE BİTKİSEL GIDALARIN SİNDİRİMİ ÜZERİNE

///HAYVANSAL VE BİTKİSEL GIDALARIN SİNDİRİMİ ÜZERİNE

HAYVANSAL VE BİTKİSEL GIDALARIN SİNDİRİMİ ÜZERİNE

Besinleri sindirirken en çok şişkinlik yaratandan en az yaratana doğru sıralayın dense

herhalde çoğu kişinin sıralaması şöyle olurdu:

  1.  Kuru fasulye ve diğer baklagiller
  2. Hamur işleri, pilavlar, tahıllar, şekerlemeler
  3. Süt
  4. Meyveler
  5. Mercimek
  6. Kuruyemişler
  7. Yeşil yapraklı sebzeler
  8. Etler
  9. Yağlı kemik suyu çorbası 

 

Peki ama insanın barsakları vegan maymunlar kadar uzun değil miydi? (evet öyledir.) insanlar hayvansal gıdalar yerine tahılları,baklagilleri, lifli sebze ve meyveleri etlerden daha iyi sindirmiyor muydu? (hayır öyle değildir.)

Gerçek bu efsanenin tam tersidir, aşağıdaki makale barsaklarda asıl çürüyen şeyin et ürünleri değil sebzeler, baklagiller ve tahıllar olduğunu gösteriyor,ayrıntılar makalenin içinde:

 

http://www.gnolls.org/1444/does-meat-rot-in-your-colon-no-what-does-beans-grains-and-vegetables/

 

Bilindiği üzere etobur canlıların barsak uzunluğu otoburlardan daha kısadır, çünkü ihtiyaç duyulan mikro besinler etlerde zengin ve kolay sindirilebilecek halde hazır vaziyettedir, bu mikro besinleri sindirmek için sindirim enzimleri yeterlidir, basit olan sindirim işlemini tamamlamak için kısa bir barsak boyu yeterli olur.

 

Halbuki baklagiller, tahıllar ve sebzeleri sindirmek için sadece sindirim enzimleri yeterli olmaz, önce barsak florasındaki bakterilerin besinleri bir tur sindirmesi gerekir, biz bitkisel besinleri ancak barsak bakterileri birinci tur sindirip bizim sindirebileceğimiz mikrobesinlere dönüştürdükten sonra  sindirebiliriz, bakterilerin sebzeleri sindirip dönüştürmesi süreci uzun sürer ve bu arada besin barsakta ilerler, bu nedenle bitkileri sindirmek (daha zor olduğu) için daha uzun barsak boyuna ihtiyaç vardır. İnsanların barsaklarının uzun olması muhtemelen vegan bir geçmişleri olduğunu gösterir, ancak daha sonra insanlar (gene muhtemelen) savanlarda avcılık yaparak evrim geçirmiş ve omnivorlaşmıştır, aşağıdaki makalenin en sonunda Prof. Dr. Ahmet AYDIN’ın yorumlarından bir alıntı yapalım:

 

”Aslında insan dahil bütün memelilerin kalınbağırsağında bulunan bakteriler, o memelinin B12 vitamini ihtiyacını (bitkilerden) karşılayacak miktarda B12 vitamini sentezlerler. Peki neden sadece insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için hayvani gıdalara mahkumdurlar? Nedeni şu. Maymun-insan ortak atasından ayrılan insan, milyonlarca yıl o kadar çok hayvani gıda yemiştir ki, bakterilerin kalın bağırsakta yaptığı B12 vitaminine ihtiyacı kalmamıştır. Evrimde canlının genetik yükü azaltmak amacı ile zaman zaman bazı bazı genlerin aktivitesi azalmıştır. Bu nedenle insanda B12 vitamininin emilimini sağlayan reseptör kalın değil, ince bağırsakta  (yani bu reseptör evrim ile yukarı kaymıştır.) bulunur.

 

Bu nedenle ince bağırsaktan daha sonra gelen, kalın bağırsaktaki sentezlenen B12 vitamini orada reseptör bulunmadığı için, emilemez ve dışkı ile atılır. Maymun, inek ve keçi gibi otobur hayvanların B12 vitamini reseptörleri ise kalın bağırsaktadır ve bağırsakta sentezlenen vitaminden faydalanabilirler.

İran ve Hindistan’da büyük ölçüde vejetaryen yaşayan bazı etnik topluluklar, diğer hayvanların olduğu gibi kendi dışkılarını da gübre olarak kullanırlar ve yetişen sebzeleri yıkamadan yerler. Bu nedenle bahsedilen topluluklarda B12 vitamini eksikliği daha nadir ve hafif olmaktadır. 

 

yukarıdaki yorumun altında yapıldığı makalenin tamamını okumak  için tıklayınız:http://beslenmebulteni.com/beslenme/vejetaryen-diyet-ne-kadar-saglikli/

 

Elbette sebzeler (özellikle yeşil yapraklılar) içerdikleri mineraller, (bakterilerce vitamine çevrilmesi gereken) pre-vitaminler, antioksidanlar, toksin bağlayıcılar vs. nedeniyle insan beslenmesinde çok önemli ve çok faydalıdır, ancak aynı şeyi protein ve lif kaynağı olarak  gösterilen tahıllar için söylemek mümkün değildir, gluten gibi sakıncalı proteinler (bkz. çölyak hastalığı ve gluten duyarlılıkları) , lektinler (böcek ilacıvari ve antibiyorikvari özlellikler), sindirimi zorlaştıran enzim inhibitörler, mineral alımımızı azaltan fitik asit içerikleri , lizin gibi elzem aminoasitlerin tahıllarda fakir olması gibi faktörler bu bitki tohumlarının olumsuz noktaları olarak tespit edilebilir, tekrar Prof. Dr. Ahmet AYDIN’dan alıntı:

 

‘Vejetaryen diyetin hayvani gıdalardan en önemli eksiği esansiyel (elzem) amino asitlerden genel olarak daha fakir olması. Gerçi baklagil gibi amino asitlerden zengin bitkisel kaynaklar da var, ama bunların tam olarak hayvani gıdaların yerini tutması zor. Ancak çok iyi yiyecek kombinasyonları ile benzer bir esansiyel amino asit tüketimi sağlanabilir. Ama bu da bir eksper işi.”

 

Peki o halde niçin insanlar arasında tahıllı lifler yönünden zengin bir beslenme anlayışının sağlıklı olduğu fikri yerleşmiştir?

 

Diyetimizde bol lif olması gerektiği varsayımı tarihsel olarak 19.yy da ayrı zamanlarda birbirinden bağımsız olarak Graham ve Kelogg (Mısır gevreğinin mucidi) isimli kişiler tarafından öne sürülmüştür.

 

Bu kişilerin bol lif tüketmeyi önermelerinin ana gerekçesi sağlık açısından rasyonel bir fayda sağlamaktan ziyade libidoyu yani cinsel isteği azaltmaktır.

 

Kelogg karısıyla asla sevişmeyen, cinsel isteği azaltmak adına erkeklerin anestezisiz sünnet olmasını kızların ise klitorislerinin yakılmasını öneren bir kişi idi, bu kişinin bugünün standartları ile akıl sağlığının değerlendirilmesini okuyucuya bırakıyorum.

 

Lif ihtiyacına gelince iddia edildiği kadar çok değildir, hatta tahılsal yada suni lifleri tüketmenin zararlarını ortaya koyan pek çok araştırma vardır.

 

Az miktarda yeşil yapraklı sebze tüketmek lif ihtiyacını karşılamaya yeter, bu lifler barsak florasındaki faydalı bakterilere besin görevi görür, faydalı bakteriler yeşilliklerden kolon kanserine karşı koruyucu olan butrik asidi elde eder. Butrik asit adı üstünde otlak hayvanlarından elde edilen tereyağında da bolca bulunur.

 

Sanılanın aksine yeşil yapraklıları çiğ tüketmek yerine hafifçe sotelemek lektinleri etkisizleştirdiği için daha faydalıdır, yeşillikleri yağ ile birlikte tüketmek yağda çözünen besinleri özümsemenizi kolaylaştırır.

 

Daha fazla bilgi için bakınız fiber menace kitabı:

 

http://books.google.com.tr/books?id=jhAI05rPQOIC&printsec=frontcover&dq=fiber+menace&hl=tr&sa=X&ei=t0E2T-eWJ8PRsgbPkeCyDA&ved=0CD0Q6AEwAA#v=onepage&q=fiber%20menace&f=false

 

Bir başka yanlış yerleşmiş beslenme anlayışı alkali beslenmenin daha sağlıklı olduğu, etlerin asidik olduğu için

alkali beslenmeye dolayısı ile sağlıklı beslenmeye aykırı olduğu yaklaşımıdır. Gerçekte pekçok uzman vücudun farklın organlarının  pH değerlerini otomatik olarak ayarladığını , bu pH değerlerini bizim  alkali beslenerek değiştiremeyeceğimizi, hatta aşırı alkali beslenirsek mide asiditesini bozabileceğimizi söylemektedir. Bu uzmanlardan Gedgaudas alkali beslenmenin asıl faydasının alkali olmaları sayesinde değil yeşil yapraklı sebzeler gibi toksin bağlayıcı özelliklerden kaynaklandığını söylemektedir.

 

Bkz:  http://www.primalbody-primalmind.com/question-about-minerals-and-acidalkaline-balance/

 

Uzman N. Gedgaudastan alıntı:

 

SORU:  ”Vegan dünyasının alkali diyet çılgınlığı ile ilgili fikrinizi almak istedim. Gerçekten vücudu mineralize etmek için çok miktarda yeşil sebze yemek gerekli midir? ”  ~Kasey 

 

CEVAP: ‘‘Mineralller” konusuna yeni adım atanların kolayca düştükleri bir yanılgı vardır! Sebzelerde bol mineral bulunmaktadır ancak vücutlarımız sebzelerde bulunan mineralleri hayvansal protein bazlı gıdalardan özümsediği kadar etkin biçimde özümseyemez. Örneğin kalsiyumu özümsemek için D3 vitamini gereklidir. ( D3 vitamini hayvansal gıdalarda bulunur, D3 vitamini hayvansal gıdalardan alamadığımız durumda vücudumuz bu vitamini kolestrol,  D2 vitamini ve güneş ışınlarının UVB bandını kullanarak ve ürettiği hidroklorik asitten yararlanarak kendisi sentezlemektedir. )  D vitaminini uygun biçimde özümsenmek ve kullanmak için gene hayvansal yağlara ve hayvansal A vitaminine gereksinim duyarız.(burada A vitamininden kasıt bitkisel gıdalardan aldığımız beta karoten değil hayvansal gıdalardan aldığımız retinoik asittir.) Hidroklorik asit yardımıyla kalsiyum, magnezyum, fosfor , demir ve diğer mineraller barsakta iyonize edilmelidir. Hidroklorik asidin üretimi ise özellikle hayvansal protein içeren gıdalar tüketildiğinde artar. Otobur hayvanlar dört mideli sindirim sistemleri ve geviş getirmeleri sayesinde gerekli besinleri bitkilerden almayı başarabilirler ama onlar bile yeteri kadar besin alabilmek için tüm günlerini beslenme ve sindirme aktiviteleri ile geçirmek zorunda kalırlar. Otobur hayvanlar insanlar gibi hidroklorik asit üretemezler. Yani sözün özü biz insanların sindirim sistemleri gerekli  tüm besinleri bitkilerden almaya elverişli bir yapıda değildir. 

 

Şimdi gelelim asit-alkali mevzusuna.Bu konu oldukça karmaşıktır ve alkali beslenme taraftarlarınca dahi çok iyi anlaşılmamıştır. Vücut dokularının asit yada alkali olmasından söz ettiğimizde vücudumuzun neresi ile ilgili konuştuğumuzu bilmeliyiz. Örneğin tükürük, idrar, mide, barsak ve kandaki pH değerleri (düşük pH değerleri asidik olmayı yüksek pH değerleri ise alkali olmayı ifade eder) birbirinden farklıdır. Midemizin daima asidik olması gerekirken kan pH değerimizin 7.35-7.45 aralığında hafifçe alkali olması gerekir ,aksi halde hayatımızı kaybederiz. Kan pH değerimizi yaklaşık 7.4 seviyesine ayarlayan unsur yediğimiz içtiğimiz gıdalardan ziyade nefes alıp vermemizdir. Çünkü nefes karbondioksit ile bikarbonat arasındaki dengeyi regüle ederek dolaylı olarak kan pH değerini uygun seviyeye ayarlar. Benzer şekilde idrar ve tükürük pH düzeylerine bakarak akıl yürütmek yanlış yönlendiren sonuçlara ulaşmamıza yol açabilir. Örneğin tükürük pH değerinin düşük (asidik) olması bazı alkali beslenme yanlılarının sandığı gibi alkali sebze tüketme eksikliğinden değil elzem hayvansal yağların tüketilmesi eksikliğinden kaynaklanabilir.  

 

Benim düşünceme göre ”Alkali Mucizesi” olarak takdim edilen limon suyu yada lifli,yeşil yapraklı sebzelerin ana faydası tamponlama sistemimiz üzerindeki yükü azaltmalarıdır. Günümüzde çevresel toksinler tamponlama sistemimiz üzerinde sürekli bir yük oluşturmaktadır. Bu nedenle bu yükü azaltmak için ben de bol lifli sebze ve yeşillik yeme taraftarıyım. Unutmayın ki elli yıl önce bir porsiyon semizotu yemeğinden aldığımız kadar besini almak için bugün en az on porsiyon semizotu yemeliyiz. Modern Dünya’ya hoşgeldiniz! Elbette bu durum vejetaryen olmamızı gerektirmiyor. Sadece daha fazla miktarda ve çeşitli tipte lifli sebze ve yeşillik yememiz gerektiğini gösteriyor. Benim düşünceme göre alkali beslenmenin ana faydası vücudu alkalize etmekten ziyade alkali diyette bolca tüketilen bitkilerin içerdikleri fito-besinler ,antioksidanlar ve detoksifiye edici (zehirleri uzaklaştırıcı) özellikleri yardımı ile vücudu temizlemeleridir. Bitkilerin detoksifiye edici olmaları onların aynı zamanda insan vücudu için elverişli yapıtaşları olduklarını göstermemektedir.  Bu nedenle sebze ağırlıklı diyetimizi hayvansal proteinlerle ve hayvansal yağlarla tamamlamalıyız. Umarım bu cevap yararlı olmuştur.”

Derleyen: Taş Devri Diyeti Platformu

Bu belge: http://www.tddp.org/hayvansal-ve-bitkisel-gidalarin-sindirimi-uzerine/

By |2019-01-11T22:36:10+00:00Ocak 4th, 2016|Paleo Diyeti Diğer|